Çok güzel bir hikayeye rastladım Ercan Kesal’ın Cin Aynası adlı kitabında. Bazı kelimelerin tam bir Türkçe karşılığı olmayabiliyor, ”Duende” de bunlardan biri. Tutkunun arkasındaki cin ruhu diye çevirilebilir belki, ama sanırım en güzel çevirisini aşağıdaki pasaj yapıyor.
Çok eskilerde ünlü bir saz ustası varmış. Onun yaptığı sazın sesi başka hiçbir sazda olmuyormuş nedense. Herkes onun yaptığı saza sahip olmak, o sazı çalmak istermiş. Uzun zamandır ona saz yaptırmayı bekleyen genç icracı, söz verilen gün giderek ustanın karşısına oturmuş ve sazını beklemeye başlamış. Yaşlı saz ustası az önce bitirdiği pırıl pırıl sazı alarak bir süre bakmış. Delikanlı da birazdan sahip olacağı sazı hayranlıkla seyrediyormuş. Yaşlı adam birden elindeki sazı sapından tutarak havaya kaldırmış ve birkaç saniye sonra da sazı yere bırakıvermiş. Delikanlı, “ah!” etmiş. Güzelim saz kırılarak dağılmış. Usta, dağılan sazı sakince toplayıp, yeniden tamir etmiş. Eskisinden pek farklı değilmiş saz, lakin dikkatli bakınca yaralı olduğu anlaşılmaktaymış. İşini bitiren usta delikanlıya teslim etmiş: “Şimdi çalabilirsin artık!” Delikanlı şaşkınlıkla almış sazı ve çalmaya başlamış. Şimdiye kadar hiç duymadığı derinlikte ve güzellikte sesler çıkıyormuş sazdan… Yaşlı adam sakince konuşmuş: “Sazın büyüsü yarasındadır. Ancak yaralı bir gövdeden çıkan ses içli ve ezik olabilir.” Bu hikâye, bana hep Lorca’nın “Duende”sini hatırlatır. İçimizdeki yaranın bize bahşettiği şey. Yaşadıklarımızdan kalan ve hiç kapanmayacak olan yaralarımızın iyileştikleri sırada ruhumuzdan çıkardıkları o saf ve benzersiz yetenek. Büyü ya da cin. Duende yani.